Kahire

CerenBogac design

Takdim yazısı

Bu sayıda Ceren Boğaç’la Kahire’ye kısa bir yolculuk yapacağız. Rehberimizin bu konuda çok özel bir rotası var ve sizi buna son derece siirsel bir dille davet ediyor. Yalnızca, kentle ilk yüzleşme anının yarattığı hayal kırıklığından hızla kurtulmanızı öneriyoruz. Zira sonunda düşlerinizdeki Kahire’yi bulacaksınız ve ölümsüzlüğün izlerini süreceksiniz birlikte. Emin olun bu bir ‘mumyanın intikamı’ filmi olmayacak. İyi seyirler.

Turkan Ulusu Uraz

‘İnsan Tanrıların Kırallığı: Sefalete İnat Mükemmelliğin Sonsuzluğa Taşıdığı  Şehir Kahire’

Ceren Boğaç

MekanPerest-Architecture, Environment and Construction Newspaper, 06 HAZİRAN 2010/

SAYI 8, s.12

2010 Mart aynıda, Güneş’in kırallığına kısa yolculuk: Kahire. Ancak, bu şehir hakkında belki önceden okuduğunuz, belki de tanıdıklarınızdan duyduklarınıza benzer hiçbir şeyi; ‘hava alanından başlayarak ziyaretinizin son anına kadar sizden neredeyse zorla bahşiş koparmaya çalışan insanların ısrarını, bitmek tükenmek bilmez korna sesleriyle bir kaos olan hızlı trafiğini ya da şehrin kendine has ağır kokusunu’ aşağıdaki satırlarda bulamayacaksınız. Tüm bunları yoksaymak, Kahire’de hiç görmediğim veya yaşamadığım için değil, ama, insanın kendini tanrıyla eş tuttuğu zamanların bu gizemli şehrinde, dışınızdaki tüm sesleri susturduğunuzda başbaşa kaldığınız o görkemini paylaşmak istediğimden sizlerle…

Kahire görünmez bir perdeyle ikiye ayrılmış bir şehir: 20 milyon insanın yaşadığı, bir yanda 24 saat kesintisiz canlı yaşantısı ve lüks otellerle çevrilmiş bir çehre, diğer yanda ise kuma bulanmış bir hayatın kıyısında yaşayan umarsız, şakacı, kaygısız ve kendi tabirleriyle her daim ‘mutlu’ insanlar var. Bu iki yüzün ara kesitinde, her başkentte olduğu gibi birçok okul, tiyatro, müze ve abideler bulunuyor. 5000 yıllık Eski Mısır tarihi üzerine kurulmuş Kahire, Mısır’ın kalbi ve Arap dünyasının vitrini. Nil deltasının geniş vadisine kurulmuş olan bu şehir, 1979 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor ve şehirin coğrafi konum olarak deprem kuşağından uzak olması, bugün hala bu mirası deneyimleyebilme şansı veriyor bizlere.

Gize’nin Gizemi

Ölümsüzlüğü istemek için, ölümü düşünerek yaşamak gerektiğini bilen eski Mısır’lılar, olağanüstü güzellikler yaratmışlar. Bugünkü halksa, geçmişin aksine öyle çok bugüne dönük yaşıyor ki, herkes umarsız bir dinginlikle sadece ‘an’ın peşinde. Bunu, Gize yakınlarını kuşatmış kilometreler boyunca uzayan, sıvasız, zaman zaman penceresiz/kapısız; inşaat demirlerinin yükselmek için bırakılmış filizleri zamanı delerken, sizin acı bir gülümsemeyle seyrettiğiniz gecekondulardan anlıyorsunuz. Oysa ben, çocukluğumdan beri ziyaret etmek istediğim bu yeri hep, Güneş’in koynunda kilometrelerce yol alan Nil sularının, Papirus ağaçlarını tanrılara armağan olarak sunduğu çölün boşluğunda, tüm yalınlıklarıyla sonsuz hayata doğru yükselen Piramitler’den ibaret olacağını hayal etmiştim… Yol boyunca, beton-demir-tuğla yığınları arasında bir görünüp bir kaybolan Piramitlere yaklaştıkça, insan yine de tarifsiz bir heycana kapılıyor.

Gize, yeniden diriliş hazırlığı üzerine örülmüş gibi, orada- öylece karşımda duruyor… Etrafını çevreleyen kalabalığa, kargaşaya rağmen, hiç söz olmadan etkileyen gücüyle göğe yükselen üç piramit: Keops, Kefren ve Mikerinos. Geçmişte 145 metre dolaylarında olduğu sanılan; ama bugün 10 metresini kaybetmiş en büyük piramit Mikerinos, 43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek yapısı olmayı başarmış. Bizlerse, Eski Mısırlı’lardan sonra ancak 19. yüzyılda bu yapının yüksekliğini geçebilmişiz. Bir an bu görkem karşısında başınızı kaldırıp, Mikerinos’un eşsiz gölgesinde, yeri ve zamanı belli olmayan o kum taneleri, soluğunuza, uçan kuşun kanadına, yaşama karışmışken, eğer kendinizi bulunduğunuz anın ve orada turist olmanın tüm önyargı ve maddiyatından bir an olsun soyutlamayı başarabilirseniz; ve işte o anda haykırsanız, sesinizin daha güçlü çıkacağını anlıyorsunuz. Aralarında hiçbir harç bulunmadan, her biri birkaç ton ağırlığında olan iki milyon taş blok, 5000 yıl öncesinden sizi selamlayıp, haykırışınızı sonsuzlukta yankılanan bir coşkuya dönüştürüyorlar adeta…

İçten içe piramitlerin, ölümün gölgeleri arasında sonsuzluğa duran mezarlar olduğunu bilmenin tuhaf hissinden mi bilinmez, ama doğan Güneş’i selamlayan ‘bekçi’, beni piramitlerden daha çok etkiliyor! 73 metre uzunluk ve 20 metre yüksekliğindeki Sfenks’in yüzünde taştan bir ilahi gülümseme, ağzını açsa bu çağı kutsayacakmış gibi, bana bakıyor… Aslan gövdesi doğadan gelen gücü, insan başıysa yaratan ve üreten zekayı temsil ediyor. Gün, piramitlerin ardından batar ve kızıl bir bulut şehri örterken, ışık gösterisiyle Eski Mısır’ın tüm tanrıları yeniden canlanıyor. Sfenks size karşısında eğilmiş hükümdarları, zaferleri ve yok oluşları, çeşitli dillerde tekrar tekrar anlatırken, Mısır’da her hikayenin sonunun aşka bağlandığını anlıyorsunuz. Binlerce yıl boyunca firavunlar için aşk insanın kutsal sureti, ölüm sonrası yaşamsa hayatın tek gerçeği olmuş.

Güneş Kırallığını Sonsuzluğa Taşıyan Mükemmelliyetçilik ve Sahra

Gize bölgesinden sonra, Kahire müzesine doğru yol alırken, size bildiğiniz bütün denizlerden daha engin görünen Sahra’nın kurak çöllerinin, ülkenin geçmiş hazinelerini yok olmaktan nasıl ustalıkla koruduğunu okuyorum: Nemden uzak iklim sayesinde yapılar, yapıların içlerindeki duvar kabartmaları, resimler ve çeşitli organik maddelerle yapılan figürler, binlerce yılı kat edip günümüze kadar ulaşabilmiş. Mezarlardan çıkarılan mumyalar, altın masklar, heykeller, takılar ve eski mobilyalar, kısaca eski Mısır’a dair her şey bugün Kahire müzesinde sergileniyor. Mısır hiyeroglif yazısının nasıl çözüldüğünden, mumyalanmanın nasıl yapıldığına kadar merak ettiğiniz her şey, bu müzede aydınlanıyor. Müzeyi hayranlıkla gezerken, eski Mısır’da insanın kil ya da kaburga kemiğinden değil, insandan doğduğunu ve Tanrı olduğunu anlıyorsunuz! Hemen hemen her yazıtta, Nil’in bu sarı topraklara armağanı olan iki ağaç tasviri Lotus (yukarı Mısırı temsili) ve Papirus (aşağı yani Kuzey Mısır’ın temsili) çıkıyor karşınıza. Onlar tüm zıtlıklarıyla yaşamı dengelerken, firavunların çağlar öncesinden bugün hala onları yaşatan nefesindeki sırrı perdeliyorlar sanki…

Kahire’den Ayrılış

Kahire’de zaman, büyük şehirlerin kendilerine has hızında akıyor… Baharat kokuları içinde Orta Doğu’nun en büyük pazarında alışveriş yapan, Nil nehri boyunca koşullanmış oryantalist mekanlarda değişik tatlar deneyen, parfüm dükkanlarında Mısır kültüründe çok önemli rol oynamış çeşitli bitki esaslarını deneyimleyip zengin kullanım alanları hakkında fikirler edinen, çeşitli atölyelerde papirüs yapımını görüp sevdiklerine hediyeler alan ve çoğu Osmanlı idaresi sırasında inşa edilmiş zengin mimari özelliklere sahip camileri ziyaret edenler, akşam karanlığında çeşitli mekanlara dağılıp, Kahire’nin gece yaşantısında bambaşka yolculuklara çıkıyor…

Leave a comment