Bergen

CerenBogac design

Takdim yazısı

Yeni yerler, yeni ülkeler ve yeni kentler görmek deyince, neden hep büyük metropolleri, dev gökdelenleri, şaşalı alışveriş merkezlerini, pahalı otelleri, lokantaları hatırlarız ve neden ille de kalabalıklar bizi çeker. Halbuki, doğallık, küçüklük, özgünlük, tenhalık ama herşeye rağmen, herşeyi ile bir ‘tasarım’ ürünü olmak nasıl bir şey? İşte tam da bunun için, sayfamızın en üretken konuk yazarlarından Ceren Boğaç’la, en uzak kuzeye, Norveç’in, Bergen’inde, Mayıs’ı yaşamaya ne dersiniz?

Turkan Ulusu Uraz

‘Vikingler’in Kuzeydeki Masal Kenti:Bergen’

Ceren Boğaç

MekanPerest-Architecture, Environment and Construction Newspaper 01 AĞUSTOS 2010/

SAYI 12, s12

Sevgili Ali ve Ahmet’e…

Bazı yerler vardır, yıllarca oralara gitme hayalleri kurarsınız, planlar yaparsınız, o yer hakkında her şeyi önceden araştırır- öğrenir, veya her şey süpriz olsun diye hiç bir şey yapmadan öylece durur ve bir gün oraya gidersiniz. Bazı yerler de vardır ki, siz aklınızdan bile geçirmezken, hayat sizi alır ve oralara götürür… Bundan 4 yıl önce, o zamanki ofis arkadaşım sevgili Ali Tanrıkul bir gün çıktısını aldığı bir elektronik postayla heycanla ofise geldiğinde, hayatın bizi o güne kadar hiç bilmediğimiz Vikignler’in Kuzey’deki masal kentine götürmek istediğini henüz bilmiyorduk. Ali’nin elinde, isminin anlamı ‘Kuzey Yolu’  olan ülke- Norveç’de, 12 gün sürecek ‘Ahşaptan Strüktür İnşaa Etme’ yarışmasının duyurusu vardı. Fazla düşünmeden, çalışma arkadaşlarımızdan Ahmet Murat Saymanlıer’i de aramıza alıp, 1 hafta sonraki yarışma için neredeyse ışık hızında hazırlanıp, hakkında hiç bir şey bilmediğimiz bir diyara doğru yola koyulduk…

Bergen’e yolculuk

Dünya’nın benim gittiğim en uzak Kuzey’i:  Norveç. Hepimiz 8. ile 11. yüzyıl arasında Norveç’te Vikingler olarak bilinen savaşçı bir kavimin hüküm sürdüğünü ve onların barbarlık dolu hikayelerini az çok biliriz. Oysa bugün Norveç, Avrupa’nın başka ülkelerine asla benzemeyen, refahın ve insani değerlerin her şeyin üzerinde tutulduğu bir barış ülkesi. Bizim yolculuğumuzsa, Kuzey Avrupa’nın en kuzey kısmını oluşturan İskandinav Yarımadası’nın en kuzey ülkesi Norveç’in güneybatı kıyısına doğruydu: Bergen!

Bergen,  yaşamın doğanın üzerine egemenlik kurmaya değil, onunla bir bütün olmaya çalıştığı bir masal diyarı ve ülkenin en büyük ikinci şehri. Kalabalıktan ve kaostan çok uzak, ilk bakışta sonsuz bir dinginliğin adresi gibi görünen, yakından baktıkça orada yaşayanların yağmurla ve rüzgarla içiçe geçmiş yaşamlarını sonsuz bir devinim ve neşe içinde sürdürmelerine hayran kalacağınız; fakat kesinlikle adım attığınız ilk andan itibaren sizi kendine aşık eden bir yer! Bizim orada bulunduğumuz zamansa, sessiz rüzgarın hayata sürtünmediği değişik bir mevsim: Mayıs.

Brygen Rıhtımı ve kent merkezi

Bergen’de gördüğümüz ilk yer, limana indiğiniz zaman yosun kokusunun soluduğunuz havaya yayıldığı Brygen Rıhtımı’ydı. Ancak bu koku insanı bayıltan, rahatsız eden değil- kenti sarmalamış bir tütsü kokusu gibiydi adeta… Kentte her şey limanın etrafında toplanmış ve yürüme mesafesinde: çiçek ve balık pazarı ile yan yana mağazalar ardı ardına sıralanıyor.

Bergen’de trafik diye bir sorun yok! Şehrin merkezini çepeçevre sarmış ücretsiz otoparklar, tek tük arabalara bekçilik ederken (Bergen dünyanın nüfus oranına göre en az motorlu kara taşıtının bulunduğu şehir.), ziyaretçiler kısa aralıklarla koşullanmış ve petrol yerine doğal üretilen elektirik enerjisiyle çalışan otobüslerle günlük işlerini tamamlıyor. Kent içinde çakıltaşıyla örülmüş yollar, siz isteseniz bile şehir içinde araba kullanmanızı tarifsiz bir işkenceye çeviriyor. Gitmek istediğiniz tüm adreslere ustaca hazırlanmış tabelalar yardımıyla kimsey yol sormadan ulaşabiliyorsunuz. Bergen’in öteki Avrupa kentlerinden bir diğer farkı da, insanları bir araya toplayan kamusal mekanlarında, sadece göze değil birçok duyuya hitap eden sanat eserlerinin olması. Kanalizasyon kapaklarını bile Avrupa’nın tanınmış sanatçılarının tasarladığı bu kentte, karşınıza bir anda ünlü bir seramik sanatçısının  imzasını taşıyan dev bir vazo çıkabiliyor. Şaşırtıcı olan vazonun estetik tasrımı ve göz alıcı renkleri değil,  zaman zaman bu eserin içinden bir anda etrafa yayılan tütsü kokusu ile siz ona yaklaştıkça, meditasyon ritmiyle başınızı döndüren bir müzik sesi duymanız!

Yedi dağın arasına sığınmış Bergen’e Liman’dan, yani aşağıdan yukarıya doğru baktığınız zaman, kendinizi masal diyarında sanıyorsunuz. Yeşile boğulmuş yamaçlar boyunca sıralanmış ahşap evler, çocukken hepimizin kağıtlara çizdiği dik çatılı, bacası tütenlerden. Üstlik biz görememiş olsak da, bu evlerin bahçelerinde koşuşan geyikler var! Ancak ne yazık ki tarihi boyunca dört kez yangın geçiren Bergen kent merkezinde, 1855 yılından sonra ahşap ev yapımı yasaklanmış ve sonrakilerin tümü taştan inşa edilmiş. Limanda her adımınıza eşlik eden Hansa Mahallesi’nin ahşap evleri ise UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde yer alıyor. Brygen bölgesi olarak alandırılan bu mahallede yer alan yapılar, Ortaçağ’dan itibaren bütün Bergen sivil mimarlığını biçimlendirmiş. Mahalleye adını veren geçmişin Hansa tüccarları,  müşterileri birbirine çok benzeyen evler arasında kendilerinkini kolaylıkla bulabilsin diye yapılarda renk, isim ve köşelerde heykel gibi simgeler kullanmışlar. Liman yoluna bakan bu evler, bugün hatıralık eşya satan dükkânlara dönüştürülmüş. Araç tarfiğine kapalı bu alanda, kültürel gezi, eğlence, sanat etkinlikleri  gibi, size kent tarihini ve kültürünü anlatan bir çok tat bulabiliyorsunuz! Bergen  kültür ve sanat açısından oldukça gelişmiş, 2000 yılında Avrupa Kültür Başkent’liği yapmış bir şehir.

Motel Montana ve Finiküler

Bergen’de  gece ve gündüz kavramı bizimkinden çok farklı; çünkü yazın güneş gece yarısı 23:00-24:00 gibi batıyor ve yorgun bir günün ardından, 23:00’da bardan çıkıp kalacağımız yere gün ışığında ilerlerken, sanki hiç bitmeyen bir gündüzü yaşıyorsunuz! İnsan ister istemez kendini Dostoyevski’nin uzun gecelerin aşk öyküsünü anlattığı ‘Beyaz Geceler’inin Bergen uyarlaması olan bir anı yaşarken buluyor…Bergen insanı öylesine sakin ki, bu şehirde aşkın şiddetinden başka kavga yaşanamayacağını, orda tek bir gün bile geçirseniz yine de anlıyorsunuz.

Kaldığımız motel Montana’dan; dağlarla çevrili ve adeta onların arasına saklanmış olan Bergen’in tepelerden manzarası  inanılmaz görünüyor! Neresi kara, neresi kanal ve neresi deniz belli değil. Eğer maki bitki örtüsüyle bezeli kurak bir adada büyümüşseniz, yeşil’in bu kadar çok tonu olabileceğine şaşkınlık dolu bir hayranlıkla saatlerce bakakalıyorsunuz!

Bergen’i daha iyi keşfedebilmek için otelden ayrılıp, kaybolmak için yola çıkıyoruz: Bergen evleri, pencerelerindeki rengarenk çiçekleri, saksıları ve dik çatıları ile birbirlerine yaslanmış, insanı yaşadığı çağa çok uzak başka bir zamana açılan bir yolculuğa çıkarıyor. Evler dağ yamaçlarında olduğu için, biz merdivenli dar sokaklardan aşağıya doğru inerken,  ‘finikü’lerle (seyahat etmek için trenle-asansör arası bir ulaşım aracı-bir tür teleferik) yanımızdan turistler geçiyor.

Bergen’den ayrılırken

Bergen’i gördükten sonra, insan ‘medeniyet’ sözcüğünün ütopyanın ötesinde yaşam’a aktarılmış en insanca kavram olduğunu anlıyor. Norveç’te değerli olan kişisel zenginlik değil, toplumsal yaşama aktarılmış zenginlikler.  Eğer hayatınız boyunca resim yapmak isteyip elinize fırça almadıysanız, bir şiirin bütün dizlerini kalbinizde duyduğunuz halde bir türlü kağıda aktaramadıysanız, ruhunuzda çalan şarkının melodisini mırıldanamadıysanız, Bergen’e mutlaka gitmelisiniz! Çünkü bu kentin sessiz büyüsünde insan gerçekten kendi sesini duyup, hayatı kaynağından yaşayabiliyor! Vahşi Vikingler’in Kuzeydeki masal diyar’ı, bugün sonsuz bir dinginliğin kıyısında doğanın bir parçası olmayı başarmış insanları ağırlıyor…

Leave a comment