İçimin deli seslerini dinliyorum… cinler ağıdının son maçı oynanıyor çaresizliğimizin kıyısında.
Kırılan bavulunda bir şehri üzerimize gömdüğün kadar bir andır bu yaşadığımız olsa olsa. Yaz bitti. İlk yaz da, son yaz da.. Artık önümüz yok yaz-
Sahi.. yarından korkanların, bugüne dair yaşadıkları acılar gerçekten var mı? Ölüm; nakışını bakışlarımıza işlerken, bu çaresizlik karşısında, hala güçlü hissettirir mi gurur katmanları? İşte böylece, bir sabah uyandığımızda, hayat; dünyanın en büyük cenazesini içimizden çekip kaldırdı! Biz gözyaşlarımızı değil, onlar bizi ağladı…
Söyle, bu son ölüm mü? Senin bir kapı aralığında, ihanetinin yanından çıkıp gelen ellerine tüm mağrurluğunu döktüğün, onun ise bir uçurum dalında dudaklarını bıraktığın yalanına inandığı da inandığı kangren günlerinde, her tin baltalarla doğranmadı mı? Kurşunların ucunda inat, deşip deşip dilimizi, boğazın yongasını kalbimizin üzerine yığmadı mı? Ölümsüz mü sanmıştık kendimizi, birbirimizden ayrı ayrı ve mutlu düşünürken… Oysa şimdi, arzın merkezine ellerimizden boşalan toprakla, öldürdüğümüz her duygunun katilini kadim sayfalara gömüyoruz. Ruhun terazisi ipekten ince, öyle hassas ölçer; bir tüy düşse affetmez, ömür ters devrilse üzerine, ayarı bükülmezken, ‘son kırdığın gün, son üzdüğün gün’ diye, mezar taşını çakıyoruz.
Şimdi sen sussan da, bin boğa ağlar bir ceylanın çarpan kalbinde…
Ve unutulmaz hiç bir şey; sadece yokmuş gibi davranmaya alışırız… o kadar-